Günaydın demek için geç bir saatte, salonun biraz ışık görebildiğim köşesindeyim. Güneş seven çiçekler gibi gerinip, doğrulup, ışığı en rahat alabildiğim yere doğru uzatıyorum vücudumu. Burada ışık da duvarlar gibi beyaz. Güneş belki birkaç dakikalığına ortalama bir gitar sapı eninde süzülüp geçiveriyor kış günlerinde. Güneş batana kadar da sadece karşı apartmanın beyaz duvarlarından yansıyor. Oysa yazın bir çamaşır asmalık balkonda saatlerce durur, hamama çevirirdi evi.
Sinüzitim yaklaşık 6 aydır geçmedi. Zencefille başlayıp kekik çayıyla devam ettiğim, ardından reçeteye yazılan ağır antibiyotiği de bitirdiğim, en son olarak da burnuma her sabah tuzlu su çektiğim günlerin ardından bu küflenmese- de- nemli evde sinüzitin kurumayacağına karar verdim. Hafif hafif seyreden, baş ağrısı yapmayan bir cins bu. İnatçı ve kronik. Burun alışıyor da pek cevap vermiyor diye uzun süre kullanılması önerilmeyen burun açıcı spreylerle idare edip kapattım sezonu. Bazı sabahlar tatile çıkmış gibi beni sevindiriyorsa da, hemen ertesi sabah ben uyanmadan kapıyı açmış, elindeki valizleri indirip, içindekileri burnumdan genzime, alnımdan yanaklarıma bir örümcek ağı gibi yerleştirip, eserinin karşısında keyif sigarası yakmış oturuyor.
O sigaranın dumanı kızarmış ekmekle karışık, klorlu su ve iltihap kokusu gibi geliyor ve beni uyandırıyordu yazın. Bu aralar neyse ki koku yok. Frappe Bukiatomu içtim bu sabah. Bir el blenderı , bir bardak soğuk süt , bir tane Anamur muzu , biraz tarçın ve nescafeniz varsa hepsini karıştırıp keyifle mideye indirebileceğiniz bir içecek. Bu sefer biraz daha kahve koydum içine ama uyanmama yeterli olmadı anlaşılan. Bugün kelimeler de benim gibi uyanamamış, sabah sersemliğiyle tek tek geliyorlar.