Her tarafı denizle çevrili, binlerce kilometrelik kıvrımlı bir yolda gidiyordu. Yolun rastgele yerlerinde, dağlardan yuvarlanmış taşlar gibi sağa sola saçılmış her renkten ve her boyuttan paketler vardı. Aralarından ortalama bir kedi boyunda, kırmızı, beşgen şekilli olanı seçip, içindeki yarı düzgün, yarı özensiz paketlenmiş eşyaları çıkardı. Hepsini çıkarması üç gün sürdü. Neyse ki yol kenarında konaklayabileceği sulak bir yer bulmuştu.
Yola devam edebilmek için tüm eşyalara en azından kalemin kağıtla, küpenin kulakla, pencerenin ışıkla ilişkisine bakar gibi bakması gerekiyordu. Ancak böyle gidebilirse eşyaları bir gün içinde düzgün bir şekilde yeniden paketleyip yolun kenarına koyabilirdi. Yolu çok uzundu. Bazen zifiri karanlıkta geri dönüp, düzgünce yerleştirdiği ve dünyasının neresinde olursa olsun görebileceği, ayırt edici, sihirli bir ışıkla etiketlediği paketi bulur, içinde neler olduğunu, neyin altta neyin üstte, sağ veya sol kenarda olduğunu içine hiç bakmadan hatırlar ve yeni bir eşyayı aynı pakete sığdırırdı. Nasıl oluyordu bu? Küçücük bir paket bu kadar eşyayı nasıl alabiliyordu içine? Bütün bunlar çok yorucuydu. Bu yolda kaç defa ağladığını, hıçkırıklarının, renkli, renksiz, siyah, beyaz , bütün paketleri dağlardan çığ gibi aşağı yuvarlayıp paramparça ettiğini hatırladı, içi ürperdi. Bir an önce evine gitmek, dinlenmek istiyordu. Bazen yolun rastgele bir yerinde, bir düzenlemeyi bitirdikten sonra, kendini bir anda evinde bulur, ama buraya onu kimin getirdiğini, nasıl geldiğini bir türlü çözemezdi. Beklemediği bir anda yine bilmediği bir şekilde yeniden yolda bulurdu kendini.
Bu yola nasıl başlamıştı, yol nerede sonlanıyordu? Kafası çok karışıktı. Belki yol bir yerlerde başa dönüyordu ama o kadar uzundu ki henüz ilk pakete, ışığını gördüğü halde ulaşamıyordu. Zaten hep sesler duymuştu: kimileri on paket, kimileri yüz paket geriye gidebiliyordu ancak. Bu sesler, onun yalnız hissetmesini engelliyordu. Gözleri vardı ama insanları göremiyordu. Kendisi gibi yolda olan, yolunu bitirmiş, evine dönmüş, yola yeni başlamış, kadın erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç bir sürü insan sesi duyuyordu ama onları hiç görmemişti. Çok garipti. Çünkü yolu, dağları, denizi, paketleri, eşyaları görebiliyordu ama insanları göremiyordu. Buranın kedileri ve köpekleri de buğulu renklerdeydiler. Hatları hiç seçilmiyordu, Ağızları, dilleri , burunları , bıyıkları denizin rengiyle karışmış , saydam gibiydi, varla yok arası. İnsanlar… onları özlüyordu. Daha önce hiç görmüş müydü onları? Bebekliğinden kısa anılar da olmasa insanların varlığına inanmayacaktı ama oradaydılar işte, bir şekilde, aynı yoldan geçmiş, geçiyor veya geçeceklerdi.
Bir keresinde pembe bir paketin içinden annesinin makası çıktı. ucunda kan lekesi vardı. Onu oradan çıkarıp görebileceği bir yere koydu. Sonra küçükken giydiği, en sevdiği şortu çıktı paketten, onun da dizleri kan lekesiydi. Onu da bir kenara ayırdıktan sonra bütün eşyalara teker teker baktı. Bu iki eşya dışında başka hiçbirinde kan lekesi yoktu. Düşündü. Belki üç saat boyunca bunun üzerine düşündü, yorulunca, diğer insanların seslerini dinledi, derken uyuyakaldı. Tam uyanmak üzereyken bir rüya gördü.
Rüyasında 7 yaşındaydı. Uzun ağaçlarla dolu büyük bir ormanda , üzerinde en sevdiği şortuyla oynuyordu. Yaprakların arasından süzülen ışıkları takip ediyordu, dans ediyordu. Bir anda ayağı ağaçlardan birinin köküne takıldı ve yere kapaklandı. Dizi kanıyordu. Ağlayarak eve döndüğünde annesi yarasıyla ilgilenmedi, düştüğü ve şortunu kirlettiği için onu sorumsuzlukla ve yaramazlıkla suçladı, ona bağırdı, ceza olarak şortunu bir makasla kesip kısalttı. Artık böyle , şortunun en ucundaki rengarenk çizgiler görünmüyordu. Ormana koştuğu, dans ettiği, ışıkların içinden geçerken uçları rengarenk parlayan şortu yoktu artık.
Nefes nefese uyandı. Hatırlamıştı. Rüyası ona, bu paketin içinde neler olduğunu, ataç, halı, küçük bir sandalye, kulaklık, gemi maketi… birbiriyle ilgisiz görünen bir sürü eşyanın neden aynı pakette olduğunu anlamıştı. Eğer paketi dağınık bırakırsa bir gün fırtınaların onu yeniden bu pakete doğru fırlatacağını biliyordu. Geriye doğru on birinci pakete tek başına gidemiyordu. Tamamlanmamış her paket yol ilerledikçe, yeni mevsim fırtınaları getiriyordu. Şimdiden rutin olarak yılın aynı zamanlarında, on gün fırtınaları ismini koyduğu peş peşe fırtınaları vardı. Bu fırtınalar insan sesleri duymasını da engelliyor, ipuçlarını duyamadığı için yolunu uzatıyor ve paketlere vaktinden geç ulaşmasına neden oluyordu. Neyse ki ellerinin üzeri henüz kırışmaya başlamamıştı. On gün fırtınalarıyla bu kadarını atlatmak bile mucizeydi. Bir gün, seslerini duyduğu insanları görebileceği umuduyla yürümeye devam etti.